Yeşilova
köyüne çatlançanak mevsimi geldiğinde Miramana’nın gözü çatlançanaklarda olur,
dilinde de türküsü olurdu. Aksaray’ın Yeşilova köyünde gelinciğe çatlançanak denirdi.
Artık
ağaran saçlarının beyazlarını en has
kınanın bile kapatamadığı Miramana’nın gözleri bir taşın dibinde, bir
kayanın yamacında yan yana çıkıvermiş iki
çatlançanak arıyordu yine. Tıpkı daha genç kızken Ümmügülsüm ile Hasan Dağı’na
dilek taşı dizmek için çıktıklarında gördükleri o iki çatlançanak gibi.
*****

Hasan
Dağı’ndan toplanan taşlar, dağın tepesinde üst üste dizilip bir dilek tutulur, sonraki
gelişte taşların yıkılmadan yerinde durduğu görülürse dileğin tuttuğuna
inanılırdı. Fadimeana’nın kızı Miramana ve Fadimeana’nın erkek kardeşi
Ramazan’ın kızı Ümmügülsüm, Hasan Dağı’nın tepesinde dilek tutulduğunu öğrendiklerinden
beri akılları fikirleri dağa çıkmaktaydı.
Düğün
sahibi kadın, yorgunluğunu atınca kızlara dikkat kesildi. İkisi de gelinlik çağda
güzelce kızdı. Kardeş gibi beraber büyümüş bu iki kızın akıllarında başka birileri
yoksa eğer, bekar yeğenleri ile nişanlayabilirdi bu elleri yüzleri akça pakça kızları.
-Biz
de zaten yarın oraya çıkıp kekik, koç göbeği, çıtlık toplayalım diyorduk. İsterseniz siz de gelin.
Dileğiniz varsa taş toplar, üst üste dizer sonra da dileğinizi tutarsınız.
Bunu
duyan kızların yüzü öyle bir güldü ki düğün sahibi kadın da yenge de dilek taşı
dizilmesi konusundan bahsederek taşı gediğine koyduklarından emin, memnunca
gülümsediler.
Fadimeana
ve erkek kardeşi Ramazan’ın kızları
olarak aynı gün doğmuş, birlikte kardeş gibi büyümüş Miramana ve Ümmügülsüm o
sıralar yirmi yaşındaydı. Yaşıtları köy kızları çoktan evlenip çoluk çocuğa
karışmıştı. Oysa hala bekar olduklarından ikisi de evlilik için köyde yaşları
geçkince kızlar olup çıkmışlardı neredeyse. Köyün oğlanlarının çoğu istemişti Miramana
ve Ümmügülsüm’ü; ama nedense kızlar hiç
birine evet dememişti. Zenginin oğlunu da beğenmemişlerdi; fakirinkini de.
Yakışıklısına da “ıııı ııhhh” demişlerdi, bacaksızına da. Oğlanların çoğu bir
iki yıl kızların gönüllerinin olmasını beklemiş, bakmışlar kızların gönülleri
olmuyor hatta kendilerinden sonra kim var kim yoksa dünürcü gelip, kızları
isteyen hepsini de geri çeviriyorlar o zaman başka kızlarla evlenmişlerdi.
Bir
oğlan kalmıştı ne Ümmügülsüm ne de Miramana’yı istemek için anababasını iki kızın da anababasına dünürcü
yollamayan. Ferzan.
Ümmügülsüm
de Miramana da gizliden gizliye Ferzan’a tutkundu. Yedikleri içtikleri ayrı
gitmeyen iki kız, bir sevdikleri dahası bekledikleri olduğunu birbirlerinden dahi
saklamışlardı bunca zaman. İkisi de kimseye söylemeden, sırf kendileri bilerek
düşmüşlerdi sevdaya. Gerçi Miramana Ümmügülsüm’e “Hala kimi beklediğini” birkaç
kez sormuştu, Ferzan adını duyacağından korkarak; ama Ümmügülsüm “Kimseleri
beklemediğini,” söyleyince derin bir oh çekmişti her seferinde.
Kekik
filan toplamayı sonraya öteleyip, sönmüş
bir volkan olan Hasan Dağı’nı kaplayan lav taşlarıyla kaplı dağın tepesinden topladıkları
yedişer sekizer yuvarlağımsı düz taşı kule gibi üst üste dizdiler. Sonra da dileklerini
tuttular.
Dileklerini
tutarken iki kız da mutluluktan
uçuyordu. Köylerine dönmeden gelip bakarlardı artık taşlar dizdikleri gibi yıkılmadan
üst üste yerlerinde duruyor mu diye.
Hasan
Dağı’ndan çocuklar gibi seke seke, kuşların, tavşanların, kelebeklerin peşinden
koşturdular. Topladıkları kekikleri bez keselere
doldurdular. Dürümlerinin içine katık etmek için çakılarıyla çıtlık topladılar.
Nazara karşı tüttürmek için üzerlik otlarından kopardılar.. Boş çömleklere
dikip, demirli pencerelerinin önlerine koymak üzere birkaç kök de koç göbeği
söküp aldılar. Dağ esintisiyle uçuştu etekleri, yenleri.
Aylardan
Haziran olunca Hasan Dağı’nın eteklerini çatlançanaklar kuşatmıştı al bir kemer
gibi. Gelinlik çağında ve henüz gelin olmamış;
ama her ikisi de Ferzan’a gelin olup bir yastıkta kırk yıl kocamayı
dileyen kızlar, gelincikleri görünce birbirlerine fark ettirmeden gülümsediler.
Gelin mi olacaklardı da acaba?
-Çatlançanak
toplayalım mı, dedi Ümmügülsüm, Miramana’ya.
-Onların
narin yaprakları koparıldıklarında bu dağ rüzgarına dayanamaz. Hemen
dökülürler.
Ümmügülsüm
duramadı, bir tane çatlançanak kopardı. Çok geçmeden çatlançanağın yaprakları teker
teker düştü. Elinde sapı ve göbeği kaldığının farkında bile değildi eğer Miramana
katıla katıla gülerken bir yandan dizlerini dövüp bir yandan da işaret
parmağıyla Ümmügülsüm’ün elindeki çatlançanak sapını gösteriyor olmasaydı.
Kekik
dolu bez torbalar, yufka ekmekle yapılacak dürümün içine koyup yemek için
topladıkları çıtlık, tekercin, evelek otuyla dolu sepetler ve boş çömleklere
dikmek için topladıkları koç göbekleri ile konuk oldukları eve döndüklerinde
öyle huzurluydular ki. Artık Ferzan’ı bekleyeceklerdi. İki kız da aynı düşü
kurduklarından habersiz yan yana uyudu o gece, akılları Ferzan’da.
Ertesi
gün misafirlikleri bitmiş, köylerine doğru yola çıkacaklardı. Kızlar, “Hasan
Dağı’nın tepesine dizdikleri taşların yerinde durup durmadığını merak ettiklerini”
söyleyince ev sahibi ile yenge yeni bir bahane uydurup at arabasını Hasan
Dağı’na doğru yola koşturdu. Kızlar koşa koşa çıktılar dağın tepesine.
Yüzlerine
yüzlerine esen kuvvetlice rüzgara karşı
koşturarak vardılar dağın tepesine. Üst üste dizili taşlardan biri aynen
duruyordu. Diğerinin yarısı yıkılmıştı. Ümmügülsüm, dizdiği taşların yarıdan yıkıldığını
görünce sanki kendi de yıkıldı. Sendeledi. Miramana onu tutmasaydı gri renkli
lav taşlarının üzerine düşecekti az kalsın. “Görmüyor musun yarısı duruyor
taşların. Rüzgar kuvvetli esince yıkmış işte üst yarısını. Yeniden dizersin, bir dahaki
gelişimize bakarız”, dedi Miramana.
-Bir
daha gelir miyiz ki?
-Geliriz
geliriz. Düğün, nişan, sünnet biter mi hiç?
Ümmügülsüm,
Miramana’nın sözleriyle biraz yatışınca yavaş yavaş indiler aşağılara.
Miramana
iki çatlançanak gördü bir kayanın üzerinde bitivermiş. Küçük bir çatlaktan baş
vermiş. Hiç olmayacak yerde, toprağın olmadığı sivri bir taşın tepesinde.
-Bak.
Senle benim beraber büyüdüğümüz gibi şu
çatlançanaklar da beraber büyümüşler, diyerek çatlançanakları gösterdi Ümmügülsüm’e.
-Olmadık
dilek dileyen biz gibi hiç olmayacak yerde yeşermiş çatlançanaklar, dedi Ümmügülsüm.

Taşpınar
köyünde yapılan düğünden üç ay sonra Ümmügülsüm ve Miramana bir nişan için yeniden o köye gittiler. Önceki geldiklerinde evinde
konakladıkları kadınla yengesini buldular. Kadınlar, kızların yanlarına gezmeye
hevesli çocukları katıp onları bir kez daha dağa gönderdi. Kızlar yeniden taş
toplayıp dilek dilediler. İkisi de aynı dileği bir kez daha birbirlerinden
habersiz dilemişti umutla.
Köylerine
dönmeden dizdikleri taşların yıkılıp yıkılmadığını görmek için dağa çıkarken ikisi
de taşların yıkılmamış olması için mırıl mırıl dua ediyordu birbirine
göstermeden.
Ümmügülsüm’un
taşları yine yarısından yıkılmıştı. Miramana’nın dizdiği taşlar, dizdiği gibi
duruyordu yerli yerinde.
-Üzülme,
rüzgar işte. Esip savurmuş. Taşların da zaten anca yarısını yıkabilmiş.
-Seninkiler
yıkılmıyor ama, dedi, Ümmügülsüm ağlamaklı bir sesle.
Miramana,
kalbine ok yemişe döndü. Sonra o oku sırtında hissetti. Ümmügülsüm’ün
mutluluktan uçtuğunu görünce dilek taşlarını hatırladı. Ümmügülsüm’ün taşları yarıya
kadar yıkılmamış mıydı? Oysa kendi taşları dizdiği gibi dimdik kalmıştı yıkılmadan.
Dileği de Ferzan’ın kendisini istemesi değil miydi? Dizdiği taşlar
yıkılmadığına göre neden dileği yerine gelmemiş üstelik tam tersi olup Ferzan
kendisini değil, birlikte dilek dilediği kardeşi bellediği Ümmügülsüm’ü istemişti?
Sonra güldü. “Aman canım. Böyle şeylere de inanılır mı hiç? Benimki de laf
olsun işte” deyip, elinden geldiğince içinin burulduğunu, kalbinin nasıl da
boğulduğunu belli etmemeye çalışarak,
-Ne
diyeceksin Ferzan’a, diye sordu.
-Miramana,
ben hep bu günü bekledim, dedi Ümmügülsüm.
Miramana,
Ferzanla evlenecek olan Ümmügülsüm’ün arkasından katıla katıla ağladı. Hani kendi
taşları devrilmemişti? Hani Ümmügülsüm’ün taşları her defasında yıkılmıştı?
Çocukça şeyler yaptığı ve umutlandığı için kendine bir kez daha kızdı. Akranları kaçıncı bebelerini kucağına
almışken kendisi bu yaşında nelerle uğraşıyordu. Utandı. Kendi kendine kızdı.
Üzüldü. Kıskandı. Kandırılmış hissetti kendini. Her duyguyu yaşadı o an içinde Miramana.
*****
Dağa
taş dizdikten dokuz sene sonra gerisinde beş
çocuk bırakıp bu dünyadan göçmüştü Ümmügülsüm, sanki kuş olup. Mutluluğu
uzun sürmedi. Yarısına kadar yıkılan taşlar gibi yarım kaldı. Böbrekleri hep
hastaymış meğer. O kışı çıkaramadan kışın en soğuğunda son nefesini vermişti. Geride
beş çocukla Ferzan gözü yaşlı kalakalmıştı.
*****
Miramana
ne evlenmiş ne de evlilik lafı ettirmişti Ferzan’ın düğününde içi kan ağlayıp
taş kestikten sonra. Kilim dokumuştu. Kilimlerin altına sermek için hasır
örmüştü. Halı yastık dokumuştu. Sazdan sepetler örmüştü kayıt damındaki
patatesleri, soğanları saklamak için.
Yün eğirmişti kış geceleri. Kendini oyalayıp gitmişti öyle böyle.
Kızı
Miramana’nın yanına yaklaştı Fadimeana. Yalnızlıktan bahsetti. Yaşlılıktan
bahsetti. Epeydir “artık kızı evlense de gözleri geride kalmadan göçse o da bu
dünyadan” diye dua ettiğini anlattı. Miramana, bu konuşmanın altından ne
çıkacağını merak edip bekledi anasının son cümlesini.
-Ferzan
seni istedi guzum.
Miramana
donakaldı. Hasan Dağı’na iki kez taş dizmişti, her dizişte de bu anı dilemişti.
Bunca uzun zaman alacağını bilmeden. Ferzan’ın, dilek taşları yarıdan yıkılan Ümmügülsüm
ile evleneceğini hiç tahmin etmeden. Gerçi evlenip de ne olmuştu. Yarıdan
yıkılan taşlar gibi yarım kalmıştı Ümmügülsüm’ün mutluluğu. Ferzan’ı da çocuklarını
da bırakıp göçmüştü.
Fadimeana,
kızının bir şey demesini engellemek için elini öne uzattı.
-Önce
hele bir düşün, sonra konuşuruz, dedi.
*****
(Her
hakkı saklıdır)
Acemi Demirci,26.03.2013